25 Ocak 2011 Salı

Başka yerde aramaya gerek yok

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu.
"-Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?" diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da;

"-Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi:

"-Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al" dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller'e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına.

"Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim" diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire

"-Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir" dedi. "Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor" diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden,  hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır.

Başka yerde aramaya gerek yok.

21 Ocak 2011 Cuma

Cherokee Şefinden Hayat Dersi

images Cherokee kabilesinin şefi bir akşam ateşin başında konuşurken kabilenin genç üyelerine şunları söylüyor ;

“İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş. Kurtlardan biri; Korkuyu, Öfkeyi, Kıskançlığı, Pişmanlığı, Açgözlülüğü, Kibiri, Kendine Acımayı, Küskünlüğü, Aşağılık Duygusunu, Yalanları, Üstünlük Taslamayı ve Bencilliği temsil ediyor, diğeri ise; Zevki, Huzuru, Sevgiyi, Umudu, Paylaşmayı, Cömertliği, Dinginliği, Alçak Gönüllülügü, Nezaketi, Yardımseverliği, Dostluğu, Anlayışı, Merhameti ve İnancı temsil ediyor.”

Genç kabile üyelerinden birisi “Hangi kurt kazanacak ?” diye sorduğunda yaşlı şef belkide bu güne kadar verilmiş en kısa hayat dersini veriyor ;

“Beslediğiniz…”

20 Ocak 2011 Perşembe

Eski Sevgiliye Kapak Olsun (Türkiyenin en başarılı viral reklam kampanyası)

Türkiyenin en ses getiren viral kampanyası, gittigidiyor.com’un “Fulya’dan eski sevgiliye kapak olsun” videosu ve onun getirdikleriydi. Videoda, eski sevgilisinin kendisini en yakın arkadaşıyla aldattığını söyleyen Fulya, eski sevgilisinin eşyalarını gittigidiyor.com’dan satışa çıkardığını söylemişti ve haber bültenlerine dahi konu olan kampanya başlamış oldu.

Kuşkusuz çok başarılıydı – ancak markaya olumlu-olumsuz getirilerini de umarım bir gün yazacağım – insanlar ‘spoof’ larını yaptılar, çok konuşuldu, tartışıldı.

Fulya’yı sinirli gördüğümüz videonun en önemli yanı, bizi inandırmasıydı. “Aldatılmış sevgili”yi simüle ediyordu sözde, ancak “-mış gibi” de yapıyor olabilirdi pekala. Bir hasta düşünün. “Hastaymış gibi” yapan kişi, yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna ‘inandırmaya çalışır’. Ancak bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir.

Yani, ‘-mış gibi’ yapmakla, simüle etmek farklı şeylerdir. Peki, Fulya’yı gördüğümüz videoda, Fulya ‘-mış gibi’ mi yapmaktaydı, yoksa ‘simüle’ mi etmekteydi. İkisi de değil. Fulya rol yapmaktaydı. Peki, bizi nasıl kendine inandırdı?

İnterneti bizden önce keşfeden tüm ülkelerde, reklam ve pazarlamanın önemi 50 yıl önce anlaşılmıştı. Öyle ki: eski Amerikan başkanlarından Richard Nixon, Watergate skandalından sonra, televizyon programlarındaki “close-up” yüz çekimlerin, yüzdeki mimikler dolayısıyla (expression) ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı Frost’a. Yüzdeki mimikler o kadar önemliydi ki, insanlar bir görüntünün üstünden yıllar da geçse hatırlamaktaydı.

Bizimki gibi reklam ve pazarlamayı sonradan keşfeden ülkelerde ise, televizyonun ne demek olduğu hala tam anlamıyla anlaşılamamaktadır. Çünkü ‘gerçek’ bir mecra ve iletişim şekli olarak televizyon (ki Youtube ile birlikte artık internet de), kitleleri basit anlamdan karmaşık anlamlara kadar manipüle edebilmektedir. Diğer ülkelerin yaptığı, ‘yeniden canlandırma’ olayının önemine ve ‘imaj’ın bir gösterge ya da anlamın yerini alabileceğine iyi niyetle inanmaktır.

Sinematografı icat eden mucit kardeşler bu icadın ne işe yarayabileceği ya da aradan elli ya da yüzyıl kadar bir süre geçtikten sonra bu aracın nasıl bir toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik anlam, içerik ve işleve sahip olabileceği konusunda en ufak bir fikre sahip değillerdi.

Çıkarabileceğimiz sonuç, sosyal medya ne anlama gelmektedir diye açıklayabilsek de, bundan nasıl yararlanabileceğimiz konusunda – her ne kadar çok iyi bildiğimizi düşünsek de – henüz neredeyse hiçbirşey bilmemekteyiz.

Dönelim hemen Fulya’ya. “Deliyi bu kadar iyi taklit edebilen herhalde gerçekten delidir” sözünden hareketle, Fulya’nın bizi kendisine inandırmış olmasından dolayı, aldatılanlar olarak kendimizi ona yakın hissettik, ya da aldatılmayanlara dönersek, onlar da bu aldatılmak düşüncesini sevmedikleri için kendilerini Fulya’ya yakın hissettiler.

Oysa günümüzde, Fulya’nın yaptığı rol, kitle iletişim araçları sayesinde gerçeğin yerini almıştır. Farkına varmamız gereken şey, aslında Fulya’nın aldatıldığı gerçeği değil, Fulya’nın aldatılmışlığı gerçeğinin aldatma müessesinin yerine geçmiş olmasıdır. Peki gittigidiyor.com bu sırada ne olmuştur, sadece bir gösterge, küçük bir detay, bir arının sokması ya da damağımızdaki ufak çizik. Dövüş Kulübü’nde Jack’in de söylediği gibi: “Marla, damağımdaki küçük çizik, dilimle oynamasam hemen geçer. Ama oynuyorum, duramıyorum”. Burada Marla, gittigidiyor.com anlamına gelmektedir. Peki öyleyse, Fulya’nın viral videosunun yaptığı etki Fulya’nın aldatılmış olduğu gerçeğini topluma göstermiş olması ise, gittigidiyor.com başarılı bir kampanyaya nasıl imza atmıştır?

Çünkü gittigidiyor.com, Fulya’nın bahsini ettiği eski sevgilisinin eşyaları için bir pazarlama mecrası olmuştur. Yani gittigidiyor.com bir mesaj, bir hikaye ya da bir ürün haline gelmiştir.

Simülasyon da zaten buradadır. Gittigidiyor.com, konu olması gerekirken mesaj haline geldi ise, aldatılmışlık olgusu da insanları birleştiren bir kurum halini almıştır. Çünkü videoyu milyonlarca insanın izlediğini biliyoruz.

Viral pazarlama olarak yararlanılan bu “Fulya’dan eski sevgiliye kapak” örneğinde olduğu gibi, bir hikaye, aslında “yeniden canlandırıldı”. Varolmayan bir hikaye, var‘-mış gibi’ gösterildi ve bir mesaj verilip ortaya bir ürün kondu, insanlar konuşturuldu.

Eskiden skandallar gizlenmeye çalışılırdı; günümüzde ise tam tersine yaşanan skandalın bir skandal olduğu gizlenmeye çalışılmaktadır. Öyleyse ‘simüle edilmiş’, ‘yeniden canlandırılmış’ ya da ‘-mış gibi gösterilmiş’ hikayeler, mesajlar veya skandallar, politik anlamda insanların vicdan anlayışlarına göre anlamsız da olsa, toplumsal düzene özgü simgesel şiddetin (görseller bütününün) gerçek şiddete dönüştüğünü göstermektedir. Bu sayede de gittigidiyor.com gerçek bir dönüşümde aracılık yapmıştır. Kampanyası da bu sayede başarılı olmuştur.

İstanbul’u Seyrediyorum

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı;
Önce bir miktar çember sakallıyla, muhtelif magandalar
Aniden korkunç biçimde artıyor sayıları
Sokaklarda, resmi dairelerde ve hemen her yerde
Cami çıkışlarında, üniversite önlerinde
Sıkmabaşların hiç dinmeyen isterik çığlıkları.

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı...
Ne idüğü belirsiz çok adam, akıyor devamlı
Dağlardan, zirvelerden, sürü sürü, öbek öbek
Denizi kirletiyor, sintineler boşalırken
Bir zontanın suya soktuğu ayakları.

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı...
Gaspcıların kol gezdiği Kapalıçarşı
Uğul, uğul Sultanbeyli, devletin giremediği Armutlu
Köktendincilerle dolu avlular, meydanlar
Tekbir naraları duyuluyor her yandan
Bahar ortasında lağım, mevsim yaz ise çöp kokuları.

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı...
Aklımda, gelecek daha beter günlerin korkusu
Metruk binalarla giderek  yalnızlaşan bir sokak
Bütün daireleri doldurmuş, tinercilerle ayaktakımı.

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı...
Telefonlu kırolar yürüyor cadde ortasından
Terbiyesizce laf atmalar, küfürler, kin dolu bakışlar
Bir şey atıyor içlerinden biri, gizlice yere
Az önce aşırıp boşaltdığı, bir emeklinin cüzdanı olmalı.

İstanbul’u seyrediyorum, gözlerim faltaşı...
Gerçek İstanbul'lular çırpınıyor evlerinde
Sular akacak mı, elektrik kesilecek mi bilmiyorum
Sokak gene kazılıp, öyle bırakılacak mı bilmiyorum
Yıldızlar, hatta ay bile görünmüyor biçimsiz yükseklikler arkasından
Bu kirli havayı solumaktan boğuluyorum,
İstanbul’u seyrediyorum ve korkuyorum,

Korkuyorum sıranın diğer şehirlere gelmesinden…