28 Haziran 2013 Cuma

Junior Yazılımcıların En Sık Yaptığı Hatalar

Aşağıdaki maddelerde mutlaka dikkat etmeniz gereken ama atladığınız, nerede yanlış yaptığınızı düşündüğünüzde içinden çıkamadığınız bazı noktaları yayınladım. Bunlara geliştirdiğiniz projenin büyüklüğü ne olursa olsun mutlaka dikkat etmelisiniz...

Olabildiğince açık ve kısa tutmaya çalıştım :D

Kullanıcı girdilerinin yanlış doğrulanması (Form Kontrolleri)
Çıktıların doğru şifrelenmemesi yada değiştirilmemesi
SQL dilinin yapısının bilinmemesi
HTML kodlarının sayfa akışı içinde doğru kullanılamaması (W3C)
İşletim sisteminin komut yapısının anlaşılamaması (Unix, Linux veya NT)
Hassas verinin normal text olarak taşınması/saklanması
Siteler arası isteklerde session çalınması (CrossSite Scripting)
Hata mesajlarında alt yapının ele verilmesi
Matematik işlemlerinde mevcut hafıza dışına taşılması (OverFlow)
State verilerinin harici kontrolü (ViewState)
Dosya ismi yada dizinlerin harici kontrolü (Fileread veya Streaming)
Güvensiz arama yolu (Server Path)
Kod üretici sistemlerin yetersiz denetimi (Wrong Back Coding)
Ne olduğu bilinmeyen kodların indirilip kontrolsüz kullanılması (Copy Paste Scripting)
Kaynakların zamansız ortadan kaldırılması veya serbest bırakılması (Disposing)
Gereksinimlerin yetersiz karşılanması
Hatalı hesaplamalar
Erişim kontrollerinin ve kullanıcı haklarının yetersiz kontrolü
Zaten kırılmış bir şifreleme algoritması kullanmak
Kod içinde direk olarak şifre kullanmak
Yanlış atanan kullanıcı hakları
Aslında random olmayan random veri kullanmak
Gereksiz erişim hakları ile çalışan kod
Sunucu tarafında kontrol edilmesi gereken güvenlik unsurlarının istemci tarafında kontrolü


4 Haziran 2013 Salı

Gezi Parkı Gözlemleri - Göknur Gündoğan

Göknur Gündoğan'ın kaleminden "Gezi Parkı Gözlemleri" olduğu gibi yayınlıyorum, lütfen yorum yapmaktan ve paylaşmaktan çekinmeyin !!!

Arkadaşlar ;

Üç gündür yaşanan olaylar sonucunda, yaptığım gözlemleri ivedilikle sizinle paylaşmak isterim. Çünkü bu sabah uyandığınızda, muhtemelen elinize yandaş medyanın gazetelerini alacak, büyük medya patronlarının etliye sütlüye dokunmayan internet sitelerine girecek ve sonuçta ;

Gezi Parkı Direnişi’nin bir REZİLLİK’ten ibaret olduğuna ve “milli kıymetlere” büyük zarar verdiğine İNANDIRILACAKSINIZ .

Bunu dün akşam kendi babamın ağzından duymak en hafifinden son derece sinir bozucu ve üzücüydü. Ama ona sakince şu cevabı verdim;

- “Seninle bu konuyu, telefonda tartışmayacağım. Çünkü sen orada yoktun, bu sebeple yaşadıklarımı bilemezsin. Tek bir şey söyleyebilirim. Fena halde kandırılıyorsun baba.”

Taksim Gezi Parkı Direnişine destek olanlar, bu ülkenin “aydın insanları” falan değildi. Hepsi Atatürkçü, laik beyaz Türkler falan da değildi. Kimse hayal görmesin. aralarında evet, memleketin gidişatından huzursuz, bunalmış çağdaş insanlar, Atatürk’ü sevenler vardı ancak, bununla beraber; çevreciler, tepkili mimarlar, üniversite öğrencileri, muhafazakar insanlar, son derece apolitik, ömründe eylem nedir görmemiş liseli gençler, özellikle genç kızlar ve kadınlar (çünkü bu memlekette erkeklerden çok kadınların özgürlükleri, %90’ı erkek erkler tarafından pazarlık meselesi yapılıyor!), cesur sanatçılar, yazarlar, üniversite hocaları, kimi zaman Apaçi diye adlandırılan belki lise seviyesinde okulu terk etmiş binlerce genç, futbol takımlarının tutkulu taraftarları, toplum tarafından seçimleri dolayısıyla aşağılanan veya dışlanan marjinaller, kimi milletvekilleri, beyaz veya mavi yakalı çalışanlar da vardı. Homojen bir topluluk değildi yani.

Bildiğiniz halktı. Herkesi bir araya getiren sabit bir politik düşünce yoktu.


Bu karışık topluluğun tek ortak noktası, her birlikte büyük bir “tepki” vermesiydi. 

Bu cümleyi okurken aklımızın bir köşesinde şu gerçeği de hatırlayaduralım, ülkemizdeki eğitim sistemi seneler boyunca çoğumuza “tepki vermenin, karşı çıkmanın ne feci bir şey” olduğunu öğretiyor. “Sen sus çocuuum ! Öğretmen bilir, büyüğün bilir, baban bilir, anan bilir. Sus patlatırım yoksa.” “Sen genç adamsın, üniversitelisin ne işin var eylemde, sus alırım içeri yoksa!”

Bu şartlanmalara rağmen tepki verebilmek, yürekli bir davranış değil mi ? İşte bugün, bu sus patlatırımların, sus yoksa içeri alırımların, sus yoksa işini kaybedersinlerin, ben senin hayatına müdahale ediyorum ama sus yoksa başını ezerimlerin tıkandığı noktadayız. İnsanlar muhafazakar, kaygısız, concon, modernist, marjinal, liseli, üniversiteli, apaçi, zengin, fukara, bilgili, bilgisiz ayrımı olmaksızın “yetti artık !” dediler. “Yetti. Bizi azarlamandan, ne yapmamız gerektiğini söylemenden, doğayı gönlünce katletmenden, İstanbul’u beton cehennemine çevirmenden bezdik artık. Biz huzur içinde azarlanmadan yaşamak istiyoruz.” Dün mesela, 3 gündür, İstanbul’da kıyamet koparken, Nişantaşı’ndaki kafelerde oturup, bana dokunmayan yılan bin yaşasın tavrı takınan, çoğumuzun « concon » tabir edebileceği insanlar, akşam polis TOMA’larının Beşiktaş’a inişini durdurmak için oturdukları yumuşak koltuklardan kalkıp, Nişantaşı’na bariyer kurdular. İnanabiliyor musunuz ? Bu sebeple, Gülse Birsel’in « Eeah !Yetti be ! » yazısı, popüler bir gözden, durumu eğlenceli bir şekilde resmeden bir metindir, okumanızı tavsiye ediyorum.


YORMADAN, KISA KISA GÖZLEMLER


  • Tepki gösterenler arasında gençler çoğunluktaydı. Neden ? Gençler sanal ağlar üzerinden iletişim kuruyor, birbirlerine olayları, whatsapp gibi uygulamalar üzerinden eş zamanlı olarak görüntülü, sesli ve yazılı bir biçimde ulaştırıyorlar. Bu sebeple bilinçli değilse bile, konvansiyonel medyalardan haber aldığını sanan, orta yaş ve üstü kesime göre daha “haberdarlar”.
  • Evet, özellikle dün akşam saatlerinde, kimi küçük gruplar işin dozunu biraz kaçırarak fevri tavırlar içine girdiler. Ancak sizi temin ederim sokaktaki insanların büyük çoğunluğu,birbirlerine « aman abi dikkat et, cam mam kırılmasın, sakın kavga etme, itekleme kimseyi ! » diye defalarca uyarıda bulunuyordu. Onbinlerce insanın katıldığı, güvenlik kuvvetlerinin bile-isteye gözümüzün önünde oraya buraya salladıkları bombaları, bu bombaların açtığı hasarların faturasının gösteri yapanlara kesilmesini saymıyorum bile !
  • İnsanları sanırım sonsuza dek “koyun modunda” tutamıyorsunuz. Dün umutla Gezi Parkı’nın kalbinde şarkı söylerken sevdiğim bir yazarın sözünü hatırladım “sen hiç sıkılan aşık ya da eylemci gördün mü?” Evet aşık sıkılmaz, eylem insanı da. Neden? Bir davası vardır çünkü. Köküne kadar inandığı. Günümüzde gençler de aslında inandıkları, savundukları birşey olsun istiyorlar. Ama bunun “ne olduğunu” dikkatleri sürekli başka yönlere çekildiğinden, ne yazık ki çoğunlukla bulamıyorlar. Geçtiğimiz 3 gün boyunca facebook ve twitter’ın ilk kez, dedikodu ya da geyik yapmak için değil “bir direniş aracı olarak veya astım krizi geçiren bir eylemciye doktor, sığınma noktası bulmak için” kullanılabileceğini gördüler mesela. TV, gazete, dergi, radyo yayını, internet, facebook, twitter, instagram gibi medya (aracı) veya sosyal medya (aracı) ları içleri boşaltıldığında kısır bir döngüye saplanıp kalan bir hiçtir. Onların anlamını biz bulmak zorundayız. Onları anlamlandırmak mühendislerin veya dahi yazılımcıların değil, bizim işimiz !
  • Biraz önce de yazdığım gibi gösteri grubunun içinde, Ümraniye’den, Dudullu’dan, Üsküdar’dan Taksim’e akan sosyo-ekonomik sınıfı son derece farklı genç insanlar vardı... Diyeceksiniz ki, onlar “eğlence var, olay var” diye “öylesine” gelmişlerdir. “Goygoy yapmaya”. Hepsi mi goygoycuydu peki? Farz edelim ki goygoycular, sizce bir goygoycu “çimlere basma Tayyip, çimleri eziyorsun...Kusura bakma Tayyip... !” “Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım...!”, “At, at, saldır, sen attıkça büyüyoruz!” diye saatlerce haykırdığında, hayatında hiç mi bir şey değişmez? Yani devletin kendi sivil, pasif ve eğlence dolu direnişine binlerce ton biber ve portakal gazıyla tepki verdiğini, orantısız güç kullandığını gören genç bir zihin, sizce bunları unutur mu?
  • Cuma gecesi Çamlıca tepesinde sakin sakin çay içen insanlar ağlıyorlardı arkadaşlarım. Nedeni elbette mutluluk falan değildi. Taksim’den, Harbiye’den, Beşiktaş’tan rüzgarla Çamlıca’ya dek ulaşan kavurucu biber gazıydı... Yöneticilere sövdüklerini duyuyordunuz. “İstanbul’un üstünü biber gazıyla örttü insafsızlar” diyordu herkes. Bu baskıdan “tepkili olmayan amca ve teyzeler” de etkileniyorlardı yani. Taksim ve Şişli civarında kalan ve otellerine gazdan ve varolan dehşet ortamından ulaşamayan binlerce turistin çektiği çileyi de unutmamalı... Sonuç olarak, “Her İstanbullu bir gün biber gazını tadacaktır” diye bir cümle, slogan olarak yerleşti diyebiliriz. Ne utanç verici değil mi?
  • 31 Mayıs ve 1 Haziran 2013 günü Türk Medyasının ve özellikle de Türk Televizyonculuğunun ölüm tarihidir. (Halk TV’yi ve Okan Bayülgen’in yayınlarını bir köşeye koyuyoruz.) Aşağıdaki fotoğrafları, vicdan terazinize bırakıyorum. 


31 mayıs günü ve gecesi, 01 haziran sabahı İstanbul ve diğer onlarca ilimiz olaylarla çalkalanır, Ankara’da ODTÜ’l¨ler ve vatandaşlar toplanıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yürürken, Türk televizyonlarından screen shoot’lar...



01 haziran 2013 sabah 04:00’da binlerce insan, Kadıköy’den Beşiktaş’a yardım için karşıya yürüyor... Ve Hiç bir haber kanalı bunu göstermiyor !


BBC televizyonuna Lily isimli biri, Avrupa’ya geçen bu güruhu bildiriyor, ve BBC yayınlıyor.Türk haber kanallarında tüm gece olduğu gibi, bu olaylar yaşanırken de hiç bir haber yok.

***Bilmem haberiniz var mı, dün akşamüstü (01.06.2013) basına olan tepkiden dolayı, eylemciler, Taksim meydanında olan ama yayın yapmayan!, hele Beşiktaş’taki keşmekeşi hiç göstermeyen NTV’nin yayın aracındaki muhabirleri kovup, aracı devre dışı bıraktılar.


Polis pasif ve eğlenceli eylemlere müdahale etmeden önce “Taksim Gezi Parkı Direnişi” buydu. Bunu asla unutmayalım


ÖNEMLİ SONUÇLAR, ÇIKARIMLAR:



  • TÜRK MEDYASINA KESİNLİKLE İNANMA. 
  • GÖZLEMLE, ARAŞTIR VE ANLAYIŞLA ANLAT.
  • TEPKİ VER, SAKIN SUSMA.
  • SEN DE BU ÜLKENİN EVLADISIN, ÖTEKİ yani « ayyaş, kindar, serseri, işe yaramaz, terörist vs. » DEĞİLSİN ! BU GERÇEĞİ ASLA UNUTMA !
  • ÇEVRENE, İNSANLARINA, SOSYAL UYGULAMALARA veya YAPTIRIMLARA YÖNELİK SORUMLULUK AL !


Bir insan olarak, yarınlarımız için biraz olsun sorumluluk almak adına, son günlerde yaşadıklarımızı çevremizdekilere sakince, doğru bir şekilde anlatalım, aktaralım.

Üç gündür yaşanan olayların “bir grup densizin işi” olmadığını ve bu “ortak tepkinin” altında çok daha büyük sorunlar ve baskılara dayanan bir altyapı bulunduğunu söyleyelim. Yanlış gördüğümüz, vicdanımızı rahatsız eden her şey için, lütfen ses verelim. Birlikte ol-mazsak, “hiç” olmayı kabullenmişiz demektir.

Göknur Gündoğan